Karl Marx, gelişen teknolojilerin kapitalist sınıflı toplumlarda var olan eşitsizliği daha da derinleştirebileceğini ve teknolojinin yaratacağı avantajların sadece sermaye sahipleri arasında bölüşülebileceğini düşünmektedir. Öyle ki, teknolojinin doğuracağı refahı en çok sermaye sahipleri edinecek; işçiler ise bu refahın oluşmasını sağlayan teknolojinin üreticileri olmalarına rağmen hakları olan payları alamayacaklardır. Esasında Marx, teknolojiye değil; teknolojinin kapitalist bir şekilde kullanılmasına karşıdır ve çözümü ise sınıfsız toplumlarda bulmaktadır. Zira sınıflı toplumlarda ayrıcalıklı olan sınıf, geriye kalan sınıfların paylarını da aldığı için ayrıcalıklı olmaktadır. Bu sebeple Marx’a göre, sınıflı toplumların mağdurları olan işçiler, bu teknolojik gelişmelerin sağlamış olduğu refahtan en az payı alan sınıf olacaktır. Sermayenin sadece kapitalistlere ait olmadığını, asıl sermayenin tüm topluma ait olması gerektiğini savunan Marx, bölüşümün eşit bir şekilde olması gerektiğini belirterek bu noktada özel mülkiyet eleştirisi yapmaktadır. Öyle ki özel mülkiyet, sınıfları oluşturan temel durumlardan birisi olmaktadır.
‘‘Özel mülkiyeti ortadan kaldırmak istiyoruz diye dehşete kapılıyorsunuz. Oysa sizin mevcut toplumunuzda nüfusun onda dokuzunun özel mülkiyeti çoktan beri ortadan kaldırılmış durumda; özel mülkiyetiniz ancak onda dokuzun buna sahip olmaması sayesinde ayakta duruyor. Demek ki bizi suçlamanızın nedeni, toplumun ezici çoğunluğunun mülksüz olmasını zorunlu koşul koyan bir mülkiyeti ortadan kaldırmak istememiz. Sözcüğün asıl anlamıyla bizi, sizin mülkiyetinizi ortadan kaldırmak istemekle suçluyorsunuz. Doğrusu, istediğimiz de bu.’’(Engels; Marx,1848)
İşçi sınıfı, teknolojinin doğurmuş olduğu refahın bölüşümünde en düşük payı alacağı gibi ayrıca gelişen teknolojiler neticesinde üretim araçları dönüşüme uğrayıp çok daha verimli bir hale gelerek, üretimde emek faktörünün önemini de azaltacaktır. Yani üretim sürecinde daha az işçiye ihtiyaç duyulacak ve bunun sonucunda iş gücü piyasasında kendilerine yer edinebilmek isteyen işçiler, makinelerle rekabet edebilmek için düşük ücretleri ve kötü çalışma koşullarını kabul etmek zorunda kalacaklardır. Bu çalışma koşullarının sonucunda ise işçiler, makineleşerek emeğine yabancılaşacaktır. Emeği iyice değersizleştiği için düşük ücretlerle çalışmak zorunda olan ya da doğrudan işsiz kalan işçilerin emek çıktıları, emeğin değerini sahiplenen sermaye sahiplerince kullanılacaktır.
“Kimler mülk sahibiyse çalışmıyor, kimler çalışıyorsa mülk edinemiyor.” (Engels; Marx, 1976) sözleriyle bu durumu özetlemektedir.
Ayrıca Karl Marx’ın ‘’El Yazmaları’’ eserinde şu ifadeleri görüşünü anlayabilmemiz için önem arz edecektir:
‘‘Emek, zenginler için harikalar ama işçi için yoksunluk üretir. Saraylar, ama işçi için inler üretir. Güzellik, ama işçi için solup sararma üretir. Emeğin yerine makineleri geçirir, ama işçilerin bir bölümünü barbar bir çalışma içine atar ve öbür bölümünü de makine durumuna getirir. Us, ama işçi için budalalık, aptallık üretir.’’(Marx, 1844).
Marx’a göre teknolojiler ve makineler kapitalist bir şekilde sınıflı toplumlarda kullanıldığında işçiler emeğini kaybedecek, yabancılaşacak, makineleşecek ve işlerinden olacaklardır.
Joseph A. Schumpeter ise kapitalizmin bir gerçeklik olduğunu söyler ve ekonomiler için belirli bir oranda rasyonel bir sistem olduğunu ifade eder.
‘‘Schumpeter, yaratıcı-yıkım mekanizmasını yeniliklere yani teknolojik gelişmelere bağlamıştır. Yenilikler ortaya çıktıkça eski olanların yıkılacağı ve yerini yenisinin alacağını şiddetle savunmaktadır.’’(Yıldırım, Kostakoğlu, 2014, s. 93)
Yaratıcı Yıkım Teorisine göre, sürekli değişim ve gelişim içerisinde olan teknolojiler, toplumları ve sistemleri iyileştirmek amacıyla ortaya çıkmaktadır. Bu iyileşmelerin gerçekleşmesi için bir önceki yapıların da yıkılması gerekir. Bu sebeple yaratım için yıkım şarttır. Bu doğrultuda kapitalizm, doğası gereği rekabeti; bununla beraber büyümeyi ve gelişmeyi hedeflediği için temelinde Yaratıcı Yıkım Teorisi’ni barındırmaktadır. Yani rekabet motivasyonu sayesinde ilerleme sürekli olarak devam edecek ve her yenilik bir öncekini yıkarak yeni bir denklem yaratacaktır.
Schumpeter, kapitalist sistem içerisinde işsizliği Marx kadar önemli bir problem olarak görmemektedir. Çünkü Yaratıcı Yıkım teorisine dayandırmakta olduğu teknolojik gelişmeler, yıkımla beraber iyileşmeleri getirecek ve yeni fırsatları ve imkânları doğuracaktır. Kısa vadede istihdam açısından olumsuz olsa da, uzun vadede istihdam edilebilirlik yeni olanaklarla sağlanacaktır. Ona göre asıl problem şu sözlerinde dile getirilmektedir:
‘‘Uzun dönemde işsizliğin artma eğiliminde olduğunu düşünmüyorum, gerçek trajedi işsizlik değildir, gerçek trajedi işsizliğin yanında, gelecek iktisadi gelişme şartlarını bozmadan işsizlerin probleminin çözümünün imkânsızlığıdır.’’(Schumpeter, 1950, s. 69-70).
Yani asıl sorun, bu gelişmeler neticesinde işsizliğin oluşması değil, işsizliğin çok açık bir şekilde değiştirilmesi güç olan bir gerçeklik olmasıdır. Yaratıcı yıkım teorisine göre, teknolojik gelişmelerin doğurmuş olduğu yenilikler sonucunda yıkıma uğrayacak olan meslekler olacağı gibi, yaratımla beraber yeni meslekler de meydana gelerek istihdam olanakları yaratacaktır.
Marx vs Schumpeter: Teknoloji ve İstihdam
Reviewed by Turan Sarıin
on
Eylül 30, 2025
Rating:

Hiç yorum yok: