Adı İnsan, Yükü Büyük


İnsan kaynakları yönetimi, isminde “insan” geçmekte ama çoğu zaman konuşulmayan, yanlış anlaşılan ya da sadece işe alma ve işten çıkarma süreçleri ile hatırlanan bir departman olarak algılanmaktadır. Kimi zaman korkulan, kimi zaman görmezden gelinen ama aslında bir şirketin gizli kahramanı olmaya aday bir alandır. 

İnsan kaynaklarının temelleri, sanayi devriminden sonra atılmıştır. İşçilerin hak mücadelesi, sendikaların doğuşu ve iş güvencesi gibi kavramlar, bu alanın gelişimini hızlandırmıştır. Ancak günümüzdeki anlamı ile insan kaynakları, yalnızca bordro işlerine bakan bir yapı değil, aynı zamanda çalışan deneyimini, kurumsal kültürü ve sürdürülebilirliği yöneten çok katmanlı bir merkezdir.


Benim insan kaynakları ile tanışmam bir staj döneminde olmuştu İlk başlarda gözümde biraz soğuk bir birim olarak görünmekteydi. Evraklar, prosedürler, sistemler... 

Ancak yakından tanıdıkça işin aslında çok daha karmaşık ve hassas olduğunu gördüm. Çalışanların sorunlarını dinlemek, işe uygun kişileri doğru pozisyonlara yerleştirmek, ekip içi huzuru sağlamak vb. birçok görev insan kaynakları alanına aitti. Bunların her biri ayrı uzmanlık ve özen isteyen işlerdir. 



Bugün insan kaynakları denildiğinde sadece personel işleri ile ilgilenen bir masabaşı birim akla gelmemelidir. Aslında İK, bir şirketin damarlarında dolaşan kan gibidir. 

Görünmezdir ama hayati görevler üstlenmektedir. Çalışanın işe ilk adım attığı andan itibaren kariyer gelişimi, eğitim olanakları, motivasyon düzeyi, kurumdaki aidiyet hissi gibi birçok faktör insan kaynaklarının dokunuşu ile şekillenmektedir. 


Modern insan kaynakları yönetimi, artık sadece “doğru adayı seçmek” değil, aynı zamanda “doğru kültürü inşa etmek” anlamına gelmektedir. 


Bir çalışan işe alınır ama tutulamazsa bu da büyük bir kayıp olacaktır. İşte burada devreye çalışan deneyimi girecektir. İnsan kaynakları yönetiminin yeni nesil rollerinden biri de tam olarak budur: İnsanların iş yerinde sadece görevlerini yerine getirdiği değil, aynı zamanda kendini değerli hissettiği, geliştiği ve katkı sunduğu bir ortam yaratmaktır. Bunu başaran şirketler sadece çalışan memnuniyetini değil, aynı zamanda uzun vadeli başarıyı da yakalamaktadır. Çünkü mutlu çalışan, sürdürülebilir başarı demektir. Artık yöneticiler de bu gerçeği daha fazla fark etmeye başlamışlardır.


Dışarıdan bakıldığında insan kaynakları bazen patron ile çalışan arasında mesafeli bir tampon gibi algılanmaktadır. Birçok kişi, insan kaynakları departmanının çalışanı değil yöneticiyi savunduğunu düşünmektedir. Ne yazık ki bu algının tamamen asılsız olduğunu da söyleyebilmem mümkün olmayacaktır. Çünkü bazı kurumlarda İK'nın karar alma süreçlerinden dışlandığını, sadece uygulayıcı konumuna itildiğini görebiliyoruz. Bu da onların gerçek potansiyelini ortaya koymasını engellemektedir. 



Yine de bu eleştirileri genellemek büyük haksızlık olacaktır. Çünkü ben gerçekten çalışanı önceleyen, insan odaklı hareket eden, kriz zamanlarında elini taşın altına koymaktan çekinmeyen İK uzmanları ile de tanışma fırsatı yakaladım. Özellikle pandemi süreci, İK'nın önemini hepimize bir kez daha göstermiştir. Uzaktan çalışma düzenlemeleri, esnek mesai modelleri, çalışanlara psikolojik destek sunma gibi konularda İK departmanları adeta şirketlerin omurgası olmuştur. Ve çoğu zaman bu başarıları perde arkasında sessizce yürütmüşlerdir.


Günümüzde ise insan kaynakları, sadece işe alım süreci ile değil, aynı zamanda kültür inşası ile de ilgilenmektedir. Bir kurumun değerlerini yaşatmak, farklı kuşakları bir arada tutmak, çeşitlilik ve kapsayıcılık gibi önemli konularda politika üretmek artık İK’nın gündemindedir. Ve bu da gösteriyor ki bu alan, artık sadece "işe alım" değil, "insan yönetimi" anlamına gelmektedir. 


Yine de eksikler yok mudur? Elbette vardır. En büyük sıkıntılardan biri, hâlâ bazı şirketlerde İK'nın “duygu yoksunu” görülmesidir. Bazı çalışanlar için İK odası, sadece uyarı almak ya da performans görüşmesine çağrılmak anlamına gelmektedir. Bu algıyı değiştirmek için iletişimin dili, şeffaflık ve samimiyet çok önemlidir. İnsan kaynaklarının daha çok sahaya inmesi, çalışanın sesine kulak vermesi, sadece kriz anlarında değil, günlük iş hayatında da görünür olması gerekmektedir. 



Öte yandan insan kaynakları, teknoloji ile birlikte dönüşen bir alandır. Yapay zekâ ile CV taramaları, dijital yetenek yönetimi, anlık geri bildirim yapılabilmektedir. Tüm bunlar, insan kaynaklarının daha verimli çalışmasını sağlarken, insan temasını da unutmaması gerektiğini hatırlatan bir durum olmaktadır. Çünkü en teknolojik sistemler bile, içinde “insan” olmayan bir iş ortamında anlamını yitirecektir. 

Özetle insan kaynakları departmanı, hem şirketlerin hem de çalışanların geleceğini şekillendiren bir alandır. Kısacası insan kaynakları yönetimi, ne sadece yönetimin sözcüsüdür, ne de sadece çalışanların temsilcisidir. İdeal İK, bu iki taraf arasında denge kurabilen, güven inşa edebilen, adil kararlar alabilen bir merkezdir. Eleştirilecek yönleri elbette var ama gelişime açık, değerli bir alandır. Yeter ki “insanı” sadece adı ile değil, gerçekten önceliği ile merkeze koymaya devam edebilsin


Adı İnsan, Yükü Büyük Adı İnsan, Yükü Büyük Reviewed by Eren Özbek on Haziran 15, 2025 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.